Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Konut, Eğitim, Danışma ve Araştırma Merkezi (DAÜ KEDAM) ile DAÜ Kentsel Araştırma ve Geliştirme Merkezi’nin (DAÜ KENT-AG) ortaklaşa düzenledikleri “Ev ve Kent Hikayelemeleri” podcast serisinin 6.’sı, değerli Mimar ve Akademisyen Prof. Dr. İpek Yada Akpınar’ın “COVID-19 Deneyimi Işığında Gündelik Hayatın Muğlaklığı Üzerine Spekülasyonlar” başlıklı sesli sunumu ile yapıldı. Prof. Dr. Akpınar’ın sunumu, DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin youtube kanalında https://youtu.be/p2XhqDa7aZk başlıklı linkten izlenebiliyor.
“Geç Kapitalist Bellek Yitimiyle Yüz Yüzeyiz”
Geçtiğimiz 10 yılda doktora tezlerinde sıkça sorulan ve gündeme getirilen kavramların; anımsamak, unutmak ve gündelik hayat olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Akpınar, sunumunda bu kavramları yeniden ele aldı. Prof. Dr. Akpınar, sunumda şu ifadelere yer verdi:
“Hatırlama ve anımsama tutkumuzu tetikleyen nedir diye sormak istiyorum. Unutma korkusu mu, gelecek endişesi mi? Enformasyon bombardımanı altında unutma korkusu, hatta dehşeti içerisinde miyiz? Bu unutma korkusu altında, hayatta kalma psikolojisiyle yeni stratejiler geliştiriyoruz. Yeni kamusallıklar, yeni mekanlar, ritüeller oluşturuyoruz. Hafıza biçimlerimizdeki radikal bir değişim ve dönüşüme tanıklık ediyoruz. Bunun tek nedeni de sosyokültürel değil. Sabit toplumsal ve grup hafızası, mevcut dinamiklere ve çelişkilere yanıt vermekten uzaklaşıyor. Bireysel, kuşaksal veya kolektif (kamusal) hafızayı, tüm hafıza biçimlerinin taşıyıcıları olarak mı düşüneceğiz? Çok dilli, çok katmanlı kentsel ortamlarda uzlaşının temelleri ve ortak bağlar belirsizleşiyor, muğlaklaşıyor. Kolektif hafızalarımız aslında farklılaşma sürecindeler. Temsilleri; metalaşma süreçlerinin, stratejilerinin ve tabii ki sahnelendikleri bağlamdan ayrı düşünmeye olanak yok. Bir hafıza patlamasından da söz ediliyor. Geç kapitalist bellek yitimiyle yüz yüzeyiz. Bir yandan ticari ve turistik, bir yandan da siyasi amaçlarla geçmişi kullanıyoruz ve araçsallaştırıyoruz.”
“Modern Dünyanın En Kalıcı Özelliği Kalıcılık Değil”
“Üstüne üstlük uzayan COVID-19 süreci, aynı anda yaşadığımız depremler, doğal afetler, sıkıntılar, iklim değişikliği ile yüz yüze gelmemiz, ekonomik gündelik hayatımızdaki sıkıntılar, geleceğe dair belirsizlikleri daha da artırıyor. Giderek daha da ivmelenen hızlı bir yaşam. Bir taraftan evdeyiz, yaşam çok yavaş. Ama bir taraftan da çok hızlanan bir tempo var. Modern dünyanın en kalıcı özelliği aslında kalıcılık değil; geçicilik, değişim ve radikal dönüşüm. Giderek hızlanan bu dönüşüm, geleneksel olarak şimdi ve geleceği geçmişe bağlayan ince ve düz doğrusallığı aslında paramparça etti. Geleceğin nasıl biçimleneceğini, hangi biçimi alacağını bilmiyoruz. Katı alan, her şey buharlaşıyor. Geçmişi de bir şekilde korumak istiyoruz. Kaybettiğimiz bir dünya var. Geçmişle aramız artık o kadar iyi değil. Peki nasıl bir iyileştirme süreci kurgulayabiliriz? Geleceğe nasıl bakabiliriz? Daha da kritiği, ortak bir gelecek anımsamasını nasıl başarabiliz? Mimarlık meslek insanı şapkalarımızla ortak bir geleceği nasıl tasarlarız?
Üç yaklaşım önerim var. Birincisi bağlama bakmak. Bağlama bakmadan herhangi bir karşılaşma söz konusu olamıyor. İkincisi; tarihin tüm katmanlarına, tüm sosyal aktörlerine hiçbir ögeyi ve sosyal aktörü dışlamadan bakabilmek. Kısacası gri bölgede dolaşmak. Üçüncüsü ise, yeni bir dil eşliğinde, yeni bir tasarım ve araştırma yaklaşımı ve süreçleri kurgulamak.”
“Özgür Kent, Açık Kent, Demokratik Kent”
“İnsana özgü deneyimsel özellikleri dışlamayan bir kentsel tasarım süreci nasıl mümkün olabilir? Yeni alfabe, yeni dil ile alternatif bakış ve taktiklerle bütüncül bir yaklaşım ve okuma geliştirmek olası mı? Evrensel toplumsal mekanlar kriterler setinden yeni bir tasarım rehberine doğru gidilebilir mi? Tasarım kodları ve kentsel mekanın yönetimi, çoğulcu ve evrimci açık bir kurgu ile yapılabilir mi? Tasarım için yaklaşımda; önceliğin insanda, çoğulculukta olduğunu kabul edersek neden olmasın? Çoğunluk yerine çoğulculuk, çokluğu hedef alan bir yaklaşım. Mekan, deneyim ve insan odaklı bakış ve temsiliyet. Yani kısacası beklenmedik sürpriz, heterotopik melez alanın ortaya çıkışına olanak veren bir tasarım süreci ve yeni kamusal mekanın mutlaka açık ve şeffaf bir şekilde yönetim süreci. İnsani bir meydan, insani kent için yeni kamusallıklar nasıl tasarlanabilir? Talep ederek bakış bunun en net yanıtı diye düşünüyorum. Özgür kent, açık kent, demokratik kent. Katılımcı tasarım süreci kamusal alan kararlarında katılım ve şeffaf süreç. Çoğulcu ve esnek alternatifler için okuma önerileri. Tabii bunun en idealini fikir projelerinde, özellikle de öğrenci fikir projelerinde ve yarışmalarında rastlıyoruz. Yeni alternatifler, yeni sözler, yeni yaklaşımlar üretmenin en olağanüstü ve en idealist ortamları.
Yeni çatışmalar, çelişkiler, muğlaklıklar ve şeffaflıklar, çok seslilik yarışmaları ve gündelik hayattaki karşılaşmalar için yeni anahtar kelimelerimiz olabilir.”