Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Dr. Fazıl Küçük Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nahide Gökçora, 1-7 Nisan Kanser Farkındalık Haftası dolayısıyla bir yazı kaleme aldı. Prof. Dr. Gökçora, söz konusu yazısında şu ifadelere yer verdi:
“Halkın kanser ile ilgili farkındalık ve bilinç düzeyinin artmasını sağlamak, kansere karşı verilen savaşta doğru bilinen yanlışlardan kurtulmak ve bu hastalığa karşı duyarlılığı artırmak amacıyla, Ulusal Kanser Haftası her yıl 1-7 Nisan tarihleri arasında kutlanmaktadır.
Kanser, vücuttaki bir grup hücrenin değişime uğrayarak kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya başlaması ile ortaya çıkmaktadır. Vücudun herhangi bir organını veya dokusunu etkileyebilmektedir. Dünya genelinde her yıl 10 milyondan fazla kişi kanser tanısı almaktadır. Ülkemizde de kanser önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu önemli halk sağlığı sorununu bilimsel veriler ile ortaya koymak mücadelede atılacak en önemli adımdır. Kanserin görülme sıklığını, yeni tanı konulan vakaları, risk faktörlerini araştırmak ve halk sağlığına yönelik planları mümkün kılmak için, 2015-2016 yıllarında KKTC Sağlık Bakanlığı ve DAÜ Dr. Fazıl Küçük Tıp Fakültesi arasında iş birliği protokolü imzalanmış ve ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kanser Kayıtçılığı ve Kanser Tarama Projesi’ yürürlüğe girmiştir. Bu proje kapsamında kanserle ilgili verilerin toplanması amacıyla 2016 yılında Kuzey Kıbrıs’ta toplum tabanlı kanser kayıtçılığı yapan bir merkez olarak Kuzey Kıbrıs Kanser İzleme Değerlendirme ve Eğitim Merkezi (KK-KİDEM) kurulmuştur. Paylaşılan sonuçlara göre, KKTC’de son 5 yılda 3,663 yeni kanser tanısı konulmuştur. Bunların 1,854’ü erkek, 1,809’u ise kadınlardan oluşmaktadır. Erkeklerde en sık görülen ilk beş kanser tipi prostat, akciğer, mesane, kolorektal kanserler ve lenfoma olarak saptanmış olup, kadınlarda en sık görülen ilk beş kanser tipi meme, tiroid, kolorektal kanserler, rahim kanserleri ve lenfoma olmuştur.
Güncel veriler, günümüzde kanserlerin %30-50’sinin önlenebildiğini ve erken teşhis edilip tedavisine başlanan vakaların yaklaşık %90’ının iyileştirilebildiğini göstermektedir. Kanser tedavisinde genel yaklaşım cerrahi ve radyoterapi gibi lokal tedavilere eklenen kemoterapi ve benzeri sistemik tedavi uygulamaları ile hastalığın kontrol altına alınması ve mümkünse tam iyileşme sağlanmasıdır. Tümör örnekleri üzerinde yapılan geniş çaplı araştırmalar sonucunda kanserlerin davranış biçimleri hakkında elde edilen önemli verilere göre, birbirleriyle aynı gibi görülen pek çok kanserin aslında birbirine benzemediği ve farklı genetik özelliklere sahip olduğu anlaşılmıştır. Bunun yanında, insanlardaki genetik çeşitliliğin sonucu olarak hastalar da aynı tedaviye farklı yanıtlar verebilmektedir. Bu nedenle aynı tip kanseri olan her hastaya aynı tedavinin uygulanmasının yanlış bir yaklaşım olduğu ortaya atılmış olup kişiselleştirilmiş kanser tedavisinin geleceği olarak görülen teranostik tıp yaklaşımı son yıllarda oldukça önem kazanmıştır.
Teranostik tıp yaklaşımı kişiye özel tedaviyi temel alan, geleneksel tıptan çağdaş tıp yaklaşımına geçişi sağlayan bir kavramdır. Teranostik kelimesi İngilizcede tedavi ve tanı anlamına gelen ‘therapy (tera-)’ ve ‘diagnosis (- nostik)’ kelimelerinden türetilmiş olup hastalığın tedavisinde kullanılması planlanan ilaç ile teşhis yöntemini ilişkilendirmektedir. Kişiselleştirilmiş tedavide amaç hedefe yönelik tedaviler geliştirerek hastalara en yüksek etkinlik ile en az yan etkiye sahip ideal tedavinin uygulanmasıdır. Ayrıca, kişiselleştirilmiş tıp ile tedavinin yanı sıra teşhis ve kansere sebep olduğu bilinen mutasyonların tespiti de mümkün olmaktadır.
Teranostik nükleer tıp yaklaşımı ile kanserli dokuları hedefleyen akıllı moleküller sayesinde tanısal görüntüleme ve aynı akıllı moleküller kullanılarak tedavi amacı ile radyoaktif maddelerin kanserli hücrelere taşınması mümkün olmaktadır. Bu sayede, sağlıklı dokular korunarak kanserli dokulara, moleküler düzeyde çok yoğun miktarda radyasyon verilerek tedavi gerçekleştirilebilmektedir. Teranostik çalışmaların kökeni, 1938 yılında tiroid kanserinin tanı ve tedavisinde etkinliği ve güvenliği kanıtlanmış olan radyoaktif iyotu (İyot-131) keşfeden Glenn Seaborg ve John Livinghood’un çalışmalarına dayanmaktadır. Günümüzde ise, Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nda teranostik yaklaşımlar arasında: nöroendokrin tümörlerin tanı ve tedavisinde Galyum-68 / Lutesyum-177 DOTA peptid, prostat kanserlerinde Ga-68/Lutesyum-177 PSMA, karaciğer kanserlerinde radyoembolizasyon (radyomikroküre) tedavisi, prostat kanserlerinde Radyum-223 tedavisi ve kansere bağlı metastatik kemik ağrılarının radyonüklid tedavisi sayılabilir.”